Kaç kişi olmuş?

4 Aralık 2013 Çarşamba

İNSANSIZ HAVA ARACI DEĞİL, İNSANSIZ DÜNYA ŞAŞIRTSIN SİZİ...

 
İnsansız hava aracı üretmişler, kargo için.... Bir çeşit uzaktan kumandayla idare ediliyormuş da... Dünya da insansız yaşam alanına dönmeye başladı...Bu kimin buluşuydu acaba... Amann onu bunu suçlamanın alemi yok... Her şey bizde başlayıp bizde bitiyor... Beni bu dünya mahvetti diyenler... Kıpırtı var, can var ama ruhları nerede bıraktınız... Sizi mahveden dünyanın neresine attınız? İnsanlar birbirine kapris yapmak için uyduruktan bahaneler yaratıyorlar kendilerini.. O bahaneleri sonra büyütüyor büyütüyor koca bir dev haline getiriyorlar... Nasıl yaşarlar bilmem o huzursuz şeyle aynı bedende.. Çünkü yaptıkları kaprisle de en çok kendileri üzülüyorlar. Kimsenin ruh halini düzeltmeye çalışacak kadar vaktim yok dünya yüzünde. Onun huyuymuş efendim, azcık suyuna gidecekmişiz... Niye kimse benim suyuma gitmiyor... O zaman herkes kendi suyuna!
Huzursuz , ruhsuz benler yarattınız... Ne gerek vardı sürekli kırmaya, ne gerek vardı bunca kaprise asık surata... Valla ben politika değiştirdim. Ben etkilenmiyorum artık.. Sevmiyor musun çek git, git o zaman. İnsansızlığını da al git. Ne kimseyi sevmeye, çekme mecburiyetim var ne de kimsenin beni sevmeye...
Bazen varlık mutlu ederken kimi zaman da yokluk huzura erdirir.
NOT: Alay çoğu zaman akıl yoksulluğundan ileri gelir. ( Jean de La Bruy'ere)

24 Ekim 2013 Perşembe

Ne İyi Günde Ne Kötü Günde


Hayatımdan çıkarttıklarım beni ve yaşamımı oldukça hafiflettiler... Aslında bu temizliği ara sıra yapmalıyız yapmaktan korkmamalıyız. Sevmiyorum! Neden? Çünkü için fesat, ruhun şeytana daha yakın, dilin bir ergerek yılanından daha zehirli! Korkumdan değil aldığım bu karar. Kaliteli yaşamım için sizin gibilerle iletişimden uzak duruyorum. Üç kişilik bir yaşam da değil idealim. O dünya çok dar ve kaoslarla dolu. Sizi sevmiyorum! Ve bildiğim bir şey daha var. Allah bu kadar çirkinliği ve fesatlığı sizin yanınıza bırakmayacaktır. Ne ölümünüze ne de mutlu gününüze... Hiç bir zaman yanınızda olmayacağım! Kararım nettir. Hele mutluluk maskesini de takmışsınız suratınıza... Laf hepsi.... Yaşama 1-0 yenik başlayanlardansınız. Herkesi uzaklaştırıyorsunuz etrafınızdan. Ama hakkım da geçmiştir size maddi ve manevi.... Ben Allah`a havale ettim sizi..

12 Ekim 2013 Cumartesi

BİR PAKET MİLFÖYDEN ÇIKANLAR

Bugün marketten bir paket milföy almıştım... Buzlu atılıyor atılmasına ama tazeykenki gibi olmuyor. Ben de bir çeşit tatlı ve tuzlu yaparak paketi taze taze tükettim...

PATATES,KÖFTE VE EKONOMİK ÖZGÜRLÜK


  1. Artık öğle aralarında yemek işimi halletmeye başladım. Çalışan bir kadın olunca hayata uymak yerine hayatı kendime uydurmayı öğreniyorsun... Çalışan kadın olmak demekse sadece eve para getirmek değil, güÇlü olmak demek aynı zamanda.... Ayaklarının yere sağlam basması demek... Eşin ne kadar kazanırsa kazansın, onun bıraktığı parayı harcamak kendi kazandığın parayı harcamak kadar keyif vermez sanırım...  Bu arada öğle arası hazırladığım ve akşam pişirdiğim sağlıklı yemeğim... Az yağla fırında kızardı....

5 Ekim 2013 Cumartesi

Eylül ve Ekim... Her mevsim başka güzel..

Eşimin hediyesi olan yeni nesil telefon hayli keyiflendirdi beni, yeni oyuncağım oldu! Özellikle fotoğraf konusunda eksiksiz diyebilirim size... Sokakta, evde, arabada, okulda... Her an her şeyi fotoğraflıyorum artık.... Bir de Instagram ile tanıştım ki sormayın... Paylaştığım fotoğraflar instagram'dan... Kaynayan sütü bile çekiyorum ve o bile bir sanat eserine dönüşüyor... Yani birazcık sanatçı ruhuna sahip olmanız yeterli gerisini teknoloji sizin için hallediyor :)

VE BİR NAZIM ŞİİR İLE...

Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
tohum saçılıyor.
Ve zeytin devşirilmekte.
Bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
Bense hasretinle dolu
ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursada...


K







14 Eylül 2013 Cumartesi

Bir zamanlar okuduğum, hiç unutmadığım, etkileyici bir çeviri öykü...


ECEL ATI / Sait Faik ABASIYANIK
Küçük Ünal hastaydı.Kızamık çıkarıyordu.Doktor evden çıkmamasını tembih etmişti.Küçük Ünal,pencereleri sokağa bakan küçük evde can sıkıntısından ne yapacağını bilmiyordu.Bugün de hava güzeldi!Dışarıda güneş vardı…Annesi sabahleyin çıkarken:
-Dışarıda güneş var ama hava buz gibi,demişti.Aman anne Ünal üşümesin.
İhtiyar kadın Ünal’ın odasına girdiği zaman çocuğu hırkasız,pencere kenarında buldu.
-Annen ne tembih etti sana.Hem doktor ne dedi,bir parça soğuk alırsa sonra Allah göstermesin,dedesinin gittiği yere gider,demedi mi?Hadi yatağına bakalım.
-Nine,ne güzel hava,hem ben hasta değilim.Hiç ateşim yok.
-Ateşin yok, maşallah ama, bu yüzündeki kırmızı şeyler yok mu,üşürsen onlar içeriye girerler.
-Daha iyi ya!
-O zaman zehirlenir ölürsün.Hiç üşümemeliymişsin…Hadi bakalım yatağına.
         Ünal’ın babası,annesi ona gebe kaldığı zaman ölmüştü.O,dedesini babası diye tanımıştı.O da geçen sene ölmüştü.Eve annesi bakıyordu.Belediyede hademeydi.Zar zor geçiniyorlardı.
         Ünal, ninesi dışarıya çıkar çıkmaz pencereye koştu.Karşıdaki dükkanı seyrediyordu.Bu bir oyuncakçı dükkanıydı.O gün yılbaşı olduğu için pek süslenmişti.Şimdi neredeyse güneş batacak,ortalık kararacak,oyuncakçı bütün ışıklarını yakacaktı.Orada ne midi arabalar,ne tramvaylar vardı.
         Hele siyah bir at vardı.Ünal o siyah ata canını verirdi.Dizginini çekince gözlerinde ışıklar yanardı bu siyah atın…Yelesi kumraldı.Ayaklarının üçünün bilekleri beyazdı.
         Onun üstüne bindiğini,karlı bir ovada koştuğunu sanıyordu.Canı dayanılmaz şekilde bu siyah ata binmek istiyordu.Hem o hasta değildi.Nesi vardı sanki?
         Giyinse,o atın üstüne bir defacık binse hiçbir şeyciği kalmaz.Bu kırmızı şeyler de kaybolurdu.Üşürmüş…Ne olurmuş bir parçacık üşürse.Bu doktor da ne fena adamdı.İnsanı hapsediyordu.Ninesinin sesini tekrar işitti.Yatağına koştu…Ninesi içeri girince:
         -Aferin Ünal! Dedi,bak böyle oturursan akşama sana kabak tatlısı vereceğim.Doktoru bile dinlemeyeceğim.Şimdi işim çok.Sakın yataktan çıkma.
         O dışarıya çıkar çıkmaz Ünal giyindi.Pencereye koştu.Oyuncakçı bütün ışıklarını yakmıştı.Dükkan çocuklarla,kadınlarla doluydu.Yavaşça dışarı çıktı.Pabuçlarını bulamadı.Ninesinin iskarpinlerini çıplak ayaklarına giyerek sokağa fırladı.O akşam yılbaşı gecesiydi.Herkes çocuğuna oyuncak alıyordu.O güne kadar ona kimse oyuncak almamıştı…Hem oyuncakların resimlerini severdi.Sahicilerini ne yapsın?Ama bu siyah ata gönül vermişti.Ona bir defacık binecekti…Dükkancı, sekiz yaşında ufacık bir çocuğun girdiğini nereden bilsin dükkanına…?
         Ünal dükkana girdi,gezindi.Sonra bir takım levhaların arasına girdi saklandı.
         Neden sonra etrafında ışıkların söndüğünü gördü.Dükkancı yalnız ön kepengi indirmiş,öteki,camekandan kepengleri indirmemişti.Oradan sokağın ışıkları giriyordu.Yavaşca vitrinin sürmeli camını açtı.Siyah atın üstüne bindi,dizginlerini çekti.Atın üstüne eğildi.Atın gözlerindeki ışıklar yanmıştı.Kendini bir karlı ovada gidiyor buldu.Etrafında bulutlar akıyordu.Gümüş gelin telleri gelip etrafını sarmıştı.Mavi bir aydınlık içindeydi.Suda yüzer gibiydi.Sonra ısınmaya başladı.Sarı,sapsarı saçlar gibi bir ışık vardı uzakta…At oraya doğru koşuyordu.Bu güneşti.Neredeyse güneşe girecekmiş gibi bir kırmızılık,bir sıcaklık hissetti.Saçları kavruluyor gibi oldu.Atın yeleleri sanki tutuşmuştu.Elini yakıyordu.Siyah atı bir alev gibi yanıyordu.Birdenbire her tarafında bir boşluk duydu..Sonra yine ne sıcak,ne soğuk,ne altın,ne gümüş,ne sarı,ne kırmızı derin sular gibi mavi ve mor bir alemde atıyla dört nala gitmeye başladı.
         Ama ninesi Ünal’ı görmek üzere odaya girdiği zaman,odasını bomboş buldu.Deli gibi oldu.Her tarafı arattı.Onu gören yoktu.Bütün komşula eve dolmuştu.Ancak sabaha karşı küçücük bir çocuğun oyuncakçının cam ekanındaki kara atın üstünde gülen bir yüzle kaskatı kaldığını gören bekçi,Ünal’ların evi önüne birikmiş kadınlara onu gösterdi.
         Camı kırıp atın üstündeki çocuğu indirmeye çalıştılar.Ama Ünal atının üstünde hala uçuyordu,onu bırakamazdı.Hiçbir insan kuvveti onu atından ayıramazdı.Atla beraber eve götürdüler.
         İhtiyar ninesi çocuğunşimdi mosmor yüzüne bakıp:
         -Ah Ünal1Doktor söylememiş miydi sana?Bu kırmızı şeyler tersine döner ,ölürsün diye.
         Bir komşu kadın:
         -Ecelin siyah atına insanın canı bir defacık bindi mi,onu kimsecikler tutamaz...dedi.Oyuncakçı müsade etti.Ünal'ı atıyla beraber gömdüler.

13 Ağustos 2013 Salı

Bu Yaramazlık Fazla Ağır Geldi Yüreklerimize


Yazamıyorum.. Hissettiklerimi yazamıyorum.. İstediğin fakülteyi bitir… O yetenek yoksa yazamazsın… Aklımdan geçenleri, yüreğimden akanları dökemiyorum.. O yüzden sancım hiç geçmiyor. Yaş yolun yarısına yaklaşırken ilk kez hissettiğim duyguları keşfediyorum… Acıtan duygularmış gizli kalanlar… Acıta acıta yüreğine takılan, çekilen çekilen ama kopamayan bir kanca gibi… Keşke şaka olsa ya da rüyadan uyansam dediklerimden…
Sevdiğim insan azmış… Yürekten sevdiğim insan azmış meğer…
(Yüreğimden geçen hangi duyguyu aktarsam bilemiyorum… Çorbaya döndü her şey… )
Gidince anladım.. 7 senedir yüzünü göremesem de sesini duyamasam da sadece orada olduklarını bilmek yetiyormuş meğer. Sevgi zamanla,  mekanla yok olmuyormuş… O insan ebediyen gidince anlıyorsun bunu sadece ve bir daha göremeyecek olmak çaresizliğin ve acının en deriniymiş…
Aklıma anılar geliyor… Ankara yılları, İlkokul 1. Sınıf. Okul çıkışı sınıf arkadaşıma gitmişim. Adı Funda’ydı. Annemler tam olarak tanımıyorlar sadece anlatırken, Karacıların bloklarında oturduklarını ve apartmanın kapı tokmağının bizimkinden farklı olarak aslan şeklinde olduğundan söz etmişim. Akşam oluyor ortalıklarda yokum. Oyuna dalmışım belli ki… Evde telaş…. Barış abim benden 3 yaş büyük, aslında o da çocuk ama benim abim işte… Beni  bulmak için Karacı bloklarını bir bir gezip aslan tokmaklı aparmanı buluyor. Ve beni de tabi… Öyle değil mi Barış abi? Bir de sen anlatsana….
Cevap yok!
İşte en acısı da bu!
Artık hiçbir şey anlatamayacak, biz anacağız onu hatırladıklarımız kadarıyla. Hafızamızın izin verdikleri kadarıyla…
Otur yazı yaz şimdi. O duymadıktan sonra, o da anlamsız işte!
Yüreğimde kırgın olduğum insanlar var hala. Yokluklarını hiç hissetmediğim… Ve bazen iyi ki de görmüyorum bile dediklerim. Şimdi onu düşünüyorum.. Acaba onları da bu denli seviyor muyum.  Kaybedince anlamak zorunda olmak çok acı.. Azıcık kalksam yerimden , elimi uzatsam belki dokunacağım ama bu kadar güzeller miydi onlar da, hiç hatırlamıyorum….
Hocam paylaşmış bugün:
Kilitli kaldım susma odalarında
Ama ölümü sevemedim (Sedat Umran)

Bazen kuramadığın cümleler gelip buluyor seni, bu muydu anlatmak istediğin der gibi!
Elveda Barış Abi ve Kadir Amcam… Gittiğiniz yer Cennet olsun!
( Bazen gerçekten geç kalıyorsun, geç kaldığının farkında bile olmadan.)
(Murat Barış KAYIRHAN ve Kadir KAYIRHAN  anısına)

18 Temmuz 2013 Perşembe

Dost olsun isterim....


Dost bulmak çok zor diyoruz da dost olabiliyor muyuz acaba gerçekten. Ben ne dosttu çabuk edinirim ne de hemen dost olabilirim. Çok olsun da istemen, hemen olsun da istemem ama olunca tam olsun isterim. Sadece dert anlatayım da beni rahatlatsın diye değil gülerken de benimle gülebilsin isterim. Kapıdan girerken yüzümdeki farkı herkesten önce o fark etsin, o sorsun ve sadece ona anlatabileyim  isterim. Bulunca da onu, yanımdan hiç gitmesin hep yanı başında olsun isterim... Ve bir gün gidecekse eğer usulca sessizce bana hiçbir şey demeden gitsin isterim.
HAYIR be HAYIR yalancıktan dedim!! O gitmek fiilinden hep uzak olsun isterim :(


18 Haziran 2013 Salı

Alfred Hitchcock ve iki Filmi Hakkında

  • Hitchcock, korku sinemasında önemli olan o 'tedirgin bekleyiştir' der.
  • "Tedirgin bekleyiş"i en iyi kullanan yönetmenlerin başındadır bence de.
  • Soğuk sarışınları filmlerinde oynatmayı çok sever imiş ve bir rivayete göre Grace Kelly  Monaco'ya gelin gidip sinemayı bırakınca Hitchcock onu affetmez.
  • Görsel anlatım onun için çok önelidir.
  • Her filminde kadrajdan bir kaç saniye de olsa geçmesi ile ünlü bir yönetmendir Hitchcock'un ufak bir şaka olarak başlattığı bu gelenek sonradan bir soruna dönüşmüştür. Çünkü bir süre sonra filmi izlemeye başlayan seyirciler Hitchcock'un nerede görüneceğini yakalama hevesiyle filmi adamakıllı izleyemez hale gelmişlerdir.Çözüm olarak bir süre sonra filmlerinin hep başlarında bir yerlerde, seyircinin kaçırmayacağı bir şekilde gözükmeye özen göstermiştir
  • Kameramanıyla "Bütün gece boyunca bu kameraya zincirli kalamazsın" diye iddiaya girdiği, adamı zincirlemeden önce de gizlice kahvesine müshil ilacı karıştırdığı, kendi öz kızını bir dönme dolaba bindirip dönme dolap en tepedeyken durdurtup saatlerce orada bıraktığı gibi farklı bir mizah anlayışı olduğu iddia edilmektedir.
  • 5 kez Oscar'a aday gösterilmiş fakat ödülü hiçbir zaman alamamıştır.Buna karşılık yaşam boyu başarı ödülüne layık görülmüş         (ALINTI ekşi sözlük)

VERTİGO-Ölüm Korkusu (film, 1958)


(Film bilgilerinin tamamı VİKİPEDİ'den alınmıştır)

 Film çıktığı dönemde pek olumlu yorumlar alamasada daha sonradan özelliklede film eleştirmenlerince sinema tarihinin en önemli filmleri arasına girmiştir. AFI En İyi 100 Film Listesi'nde 1988 yılında 62.sırada iken 2007 yılındaki listede 52.sıraya yükselmiştir.Filmde kullanılan, geri giden kameranın zoom yapması tekniği, sinema tarihine Vertigo Hareketi olarak geçmiş ve günümüzde oldukça moda olmuştur.Alfred Hitchcock başrol için Kim Novak'ı seçmesinin nedenini şöyle açıkladı:"Masum ve klas suratının altında yatan fahişe ruh ifadesine sahip olması." Filmdeki plaj sahnesi 2002 yılında filmlerdeki "gelmiş geçmiş en şık sahne" unvanı almıştır.Ayrıca Kim Novak'ın Vertigo'daki performansı çoğu eleştirmene göre beyaz perdedeki en iyi performans olarak gösteriliyor.


Sapık (film, 1960)

(Film bilgilerinin tamamı VİKİPEDİ'den ve Büt Dergisinden alınmıştır)

Alfred Hitchcock filmi uyarladığı romanın telif haklarını yazar Robert Bloch'tan gizlice ve adını vermeden sadece 9.000 dolara satın almıştı. Arkasından da mümkün olduğu kadar fazla sayıda kitap kopyasını piyasadan satın alarak sürprizli sonunun öğrenilmemesini sağlamıştı."Sapık" Hitchcock'un siyah beyaz çektiği son konulu sinema filmidir.Hitchcock filmi siyah beyaz çekmesinin nedenlerinden birinin, renkli çekildiği takdirde bir gerilim filminden çok kanlı bir korku filmi görünümünde olacağı endişesini taşıması olduğunu belirtmişti. Asıl neden ise filmi mümkün olduğunca ucuza mal etmek istemesiydi. Ona göre siyah beyaz çekilmiş ucuz B-film'ler gişede çok iş yapıyorsa, yine siyah beyaz çekilmiş, ucuza mal olmuş ama kaliteli bir film kimbilir nasıl bir gişe yapardı. Nitekim tahmininde yanılmadı ve 1 milyon doların altında bir maliyetle tamamlanan film tam 40 milyon dolar hasılat yaptı.
Meşhur banyo sahnesinin çekimi tam 7 gün sürmüştür.
Ayrıca filmin birçok yerindeki suratın yarısının aydınlatıldığı sahneler, karakterlerdeki iyi ve kötü yanları sergilemek için kullanılır, yanlış bir seçim yapan karakter karanlık tarafa doğru yürür.
 “Norman Bates” karakterinin ismi oluşturulurken baz alınan ölçüt, (Nor)mal + man şeklinde olmuştur.
Serinin ikinci filminin çekilmesi için, gerçek hayatta da 22 yıl beklenmiş ve Anthony Perkins 28 yaşından 50 yaşına gelmiştir.
Bıçaklama yani cinayet sahnelerinde, bir karpuza bıçak saplanılarak ses elde edilmiştir.







31 Mayıs 2013 Cuma

34 YAŞ SENFONİSİNİ

2013 1 Haziran. Yaş 34. 
Yaşamın olgunluk dönemi. Sevinçlerin değiştiği, hüzünlerinse en verimli günleri. Ya da bize öyle gelen günler. 
‘Bu yaşıma gelene kadar böyle şey görmedim’ ifadesini tam da şimdi kullanmak istiyorum. Bu yaşıma gelene kadar 1 Haziran günü yücelerin yücesi bir gündü benim için. Unutanı yakalarım tavrındaydım. Hediye mesajlarını eşime ve tüm yakın çevreme 1 ay öncesinden vermeye başlardım. Yok ,bu yıl ilk kez heyecan yok. Bu benim Rönesansım mı yoksa bu yıla mı özgü? Bunu gelecek yıl bu zamanlarda anlayacağız ama mutluluğun Kafdağı denilen o yerde gizlenmiş olduğunu sanmak ya da böyle büyük felaketler bize hiç gelmeyecekmiş gibi yaşamak hazırlıksız misafire yakalanmak gibi bir şey. Afallayıp kalıyorsun. Yumuşak geçişler lazımmış aslında… ‘bir daha yüzüne bakmam, ben yoluma sen yoluna, ölüyor görsem bir bardak su vermem’ hayata karşı sert oynanan bir düellodan alıntı birkaç cümle gibi .Yumuşak geçişler lazım.. Hayata hazır olmak lazım… Kırıp dökerken sonra onları tekrar bizim toplayacağımızı unutmamak lazım… Herkesi kendimiz gibi bilmemek lazım… Sürekli hoş görmek yerine affedebilirim diyebilmek lazım…Lazım da lazım… Ama bunları görebilmek için de sanırım 34 yaşına gelmek lazım… O yüzden 34 YAŞ SENFONİSİNİ burada kesmek lazım.
O zaman geriye ne kalıyor: Gözlerimizi kapayıp dileğimizi tutalım!

4 Mayıs 2013 Cumartesi

MAYMUN İŞTAHLILIĞIN YENİ ADI DEĞİŞİM :D




Yaz geliyor diye mi böyle oldum ben? Oysa bahar en sevdiğim mevsim(idi)… Haziransa en özel aydı benim için… Ama yaşlandıkça keyifler de değişiyor demek istesem de…  Zaten ben şunu çok seviyorum dediğimde içimden de bir suçluluk hissi gelir geçer… Bilirim ki onu ben bir ömür çok sevmeyeceğimdir aslında, kimi kandırıyorsun.(lafın gelişi söyledim işte) Değişecektir değerlerim, beğenilerim, nefretlerim.. Acaba ikizler kadını(*) olmamla ilgisi var mı bunun… Mesela 'biz hep bu peynirden yeriz' ya da 'fasulyeyi ben daima böyle pişirim', 'aaa o giyirlir mi ya ayağıma sokmam' dememeliyim ben, değişir çünkü… Tutarsızlık değil bu… İnsanın değişime olan yaklaşımı. Ben çok belirgin yaşıyorum bunu.  Ama şu da  var Simply Red'in  Never Never Love’ı ya da Sting'in  Englishman In New York’u dinlerken aldığım keyif yıllardır hiç değişmedi. Ama patates cipsini bugün sade severken yarın peynirli soğanlısına bayılıyorum. Eşime bir zamanlar bunu çok seviyorum dediğim bir çikolatayla çıkıp geldiğinde burun kıvırabiliyorum. Adı nedir bunun bilmem. Nereye, nasıl koyarsınız onu da bilmem… Sen de ne dengesiz, ben diyeyim maymun iştahlının teki. Ama… Ben hala baharda takılı kaldım… Sen de değişir miydin, keyif yerine miskinlik verir miydin ey yüzü daima gülen REGARENK BAHAR…

(*)İKİZLER KADININA DAİR BİR İKİ ŞEY: Önceleri sizin gülümseyişiniz, sesiniz ve hatta yürüyüş biçiminizle kendinden geçebilir. Sonra bu kendinden geçiş tersine döner ve çoraplarınızdan saçınızın biçimine kadar her şeyinizi öylesine zekice ve keskin bir alaycılıkla eleştirir ki, aldığınız yaralar için tedavi olmanız gerekebilir. Sabah evden çıkarken sizi uğurlayan kadın, akşam eve döndüğünüzde bambaşka biri olarak karşınıza çıkacaktır.


6 Ocak 2013 Pazar

Kabak Annemin Bahçesinden, Tatlısı Benden!

 
Kabak tatlısı için
Malzemeler:
        Balkabağı,
        1,5 su bardağı şeker toz şeker
        Tane tarçın
        Fındık ya da ceviz
Hazırlanışı:
Kabakların kabuklarını soyup dilimledim, derin bir tencereye koyup üzerine şekeri serptim Bir gece beklettim. Biraz tencere pişirdikten sonra fırın kabına aldım biraz da orada pişirdikten sonra fındıkla servis yaptım... Afiyet bal şeker olsun..