Kaç kişi olmuş?

30 Eylül 2011 Cuma

GÜNÜN TATLISI:Creme Brulee


    Creme Blulee:
       Okunuşu: Krem Brüle :))
                         Tanımı: Taze krema ve yumurta ile yapılan üstü ince bir kat karamel ile kaplı tatlı.
      Türkçesi:Yanık krema
                        Tarihçesi:Tarifine ilk olarak 1691'de ’Kraliyet ve Burjuvazi için   Yemek Pişirme’ adlı yemek kitabında rastlanıyor. Fransa ve İngiltere bu tatlıya eşit oranda sahip çıkıyormuş.
                        

Farklı tatlar denemek benim için en keyifli şeylerden biri. Geçen gün Tansaş'ta tanıştın bu şirin tatlıyla. Birkaç dakika sonraysa birlikte eve doğru yol almıştık bile :)

Yarın sınavım var, moral lazım,motivasyon lazım. Tabakları doldurmam lazım.


Buzdolabında beklettiğim Krem bruleenin en önemli aşaması,karamel! Büyük buluşma gerçekleşti. Fırında erime zamanı. Aman fazla bekletmeyin.


Sonuçta pişirmiyoruz. Sadece karemel eriyecek.


Ve yine önemli bir ayrıntı: Fırından aldıktan sonra soğutmayın. Hemen servis yapın.Yoksa karamel çıtırdamaz :)
NOT: Karemeli seviyorsanız mutlaka deneyin. Yapımı kolay, yemesi hoş, söylemesi ise çok güzel: Krem Brüleee,Krem Brüleee,Krem Brüleee... :D
Carte d'Or'a da teşekkürü bir borç bilrim.



29 Eylül 2011 Perşembe

YEMEK YAPMAK iSTEMEDiM ;)


 Ders çalışmam lazım.  Ama aklım yemekte. Yemek ama akşam yemeği kıvamında bir şey değil düşündüğüm.Sky Fm'i, kalemi, kitabı bırakıp doğru mutfağa.... Battı balık yan gider atasözü eşliğinde, kendimi ders çalışmakatan alıkoymak için elimden gelen her şeyi yapıyorum.


 Ne yapabilirim çayla gidecek? Önceden dövülmüş cevizim geldi aklıma. 2 yumurtalı ölçüsüz kekim :))) Hemen koyuldum... Aaaa üzümüm de varmış... Onu da ekle... Üzerine yulaf eksem fena olmaz sanıyorum.... Ve hemennn fırına. O pişedursun, tuzlu olarak düşündüğüm mercimek köfteme geçeyim. Yemek kursunda hocamdan öğrendiğim güzel şeylerden biri: Mercimek köftesine sarımsak ve yeni bahar.! Ben çok yakıştırdım ve hep öyle yapıyorum. Ölçü mü :/

Elime eldiven geçrimeme rağmen yandım ama değdi. Kekim de pişmek üzere... Hatta pişmiş...
Efendim şimdi tavşan kanı bir çay eksiğimiz.. Onu da kim yapar acaba :)

25 Eylül 2011 Pazar

TERCİHİNİZ KAHVE Mİ ? YOKSA ÇAYI HİÇBİR ŞEYE DEĞİŞMEM DİYENLERDEN MİSİNİZ?

ÇAY:
(Alıntı)"Çayın serüveni 5000 yıl öncesinde Çin'de başlar. Efsaneye göre Çin'in ilk hükümdarlarından, olan Shen Nong'un fermanları arasında, Sağlık açısından tüm suların kaynatılarak içilmesi de bulunuyordu. imparatorluğunun ücra köşelerinden birinde bulunduğu bir yaz günü, imparator ve maiyeti dinlenmek üzere durur ve hizmetçiler efendilerinin buyruğu üzerine içmek için su kaynatmaya koyulurlar. Kaynamakta olan suyun içine yakındaki bir çalıdan kuru yapraklar düşer ve suya kahverengi bir renk yayılır. Aynı zamanda bir bilimadamı da olan imparator bunu görür ve suyu içer ve bu karışımı oldukça ferahlatıcı bulur. Efsaneye göre çay ilk olarak işte böyle keşfedilmiştir
Japonya'nın Etkisi Japonya'ya ilk çay tohumlarını Çin'den memleketine dönmekte olan Budist rahip Yeisei getirmiştir. Japonlar için çayın babası sayılan Yeisei, Çin'de çayın dinsel meditasyonu yoğunlaştırıcı etkisini de görmüştür. Bu nedenle, çay Japonya için daima Zen Budizmi ile de ilintilidir. Japonya'da çay saraydan manastırlara ve oradan da toplumun tüm katmanlarına büyük bir hızla yayılır.
Avrupa'nın Çayla Tanışması Pasifik Okyanusu'na hakim olan Hollanda deniz kuvvetlerinin de etkisiyle çay öncelikle Hollanda'nın başkenti den Haag'da moda oldu ve kilosu iki yüz doları bulan çay da böylece avrupa serüvenine zengin sofralarından başlamış oldu. ithal edilen çay miktarının artmasıyla birlikte, satışlar artarken fiyatlar düştü ve ilk zamanlar halkın sadece eczanelerden temin edebildiği çay da zencefil ve şeker gibi diğer ender baharat larla birlikte Hollanda'daki tüm yiyecek pazarlarına yayıldı."
KAHVE:
(Alıntı)"İlk olarak Etiyopya'da ve Arap yarımadasında Yemen'de üretilen kahve, zamanla daha geniş coğrafyalarda üretilmeye başlanmıştır. Bu nedenle, kahvenin ana vatanı Arabistan ve Afrika diyebiliriz. Günümüzde 70'in üzerinde kahve tarımı yapılıyor olsa da, kahve narin bir bitki olup; sadece belirli iklim ve toprak koşullarında verimli olarak üretilebilir. Bu sebeple, kahve tarımı genel olarak Güney Amerika, Güney Doğu Asya ve Afrika'da yapılır.
 Kahve üreten ülkeler arasında miktar açısından ilk üç sırada yer alan Brezilya, Vietnam ve Kolombiya, kahvesiyle meşhur ülkelerdir
."

Nereden geldikleri kimi zaman merak konusu  olsa da, nereye gittikleri ve bizde bıraktıkları  his gayet net :))
Kendi adıma çayı da seviyorum kahveyi de.. İçemezsem strese girmem ama içtiğim zaman da kendimi iyi hissederim. Kararında içildiğinde ikisinin de insan bedenine zarar verdiğini düşünmemekle birlikte, ruh  sağlına iyi geldiği kanaatindeyim.Bu benim fikrim tabi.
NOT: Tatlı bir sohbetle alındığında içinizin daha çabuk ısındığını görececeksiniz. (Ama bu garanti :)

24 Eylül 2011 Cumartesi

ÖLMEDEN ÖNCE İZLENMESİ GEREKEN FİLMLER-1-

"I'm Singing in The Rain" Yağmurda Dans

"Elinde şemsiye, yağmur sularının oluşturduğu birikintileri sıçratarak yürüyen, dans eden ve şarkı söyleyen bir adam, Gene Kelly. Efsanevi bu sahne 1952 yapımı müzikal komedi "Singin' in the Rain" den. Seyirci karşısına ilk çıktığında değeri anlaşılamayan ancak zamanla bir efsaneye dönüşen filmlerden olan "Singin' in the Rain" sonraki yıllarda Londra'da başlayıp Broadway'de devam eden ve geçtiğimiz yıllarda ülkemizde de sahnelenen bir müzikal aynı zamanda."
Bu film ve müziği, çocukluğumdan kalma bir anı bende. Ne zaman izledim hatırlayamıyorum ama,bıraktığı his hala kuvvetli. Tekrar izlemek için uygun zamanı bekliyorum, ama fimin müziğini sık sık dinlerim,kendimi ondan alıkoymam biraz zor. En keyifsiz anlarımda bile sihirli bir çubuk gibi dokunur bana ve rahatladığımı hissederim. Ve o ölümsüz sahne, şemsiyeyle yağmurda dans.. Sizin için sayfama yükledim,sayfanın sonunda Gene Kelly sizi bekliyor :) Aynı duygularda olmasa da ortak bir yerlerde buluşuruz sanıyorum.


23 Eylül 2011 Cuma

ARAF- Elif ŞAFAK

Kitap Hakkında:
“İyi de bir insana neden ömür boyu geçerli olacak şekilde tek bir isim veriliyordu başka bir isim de verilebilecekken, hatta isminin harfleri karıştırılıp aynı isimden yenileri türetilebilecekken? Kendimiz de dahil etrafımızdaki her şeyi yeniden adlandırma şansı ne zaman alınmıştı elimizden?
Doğuştan bana verilen bir isme ilanihaye mıhlanıp yapıştığımı bilmek nasıl sıkmaz ki canımı, hayattaki yegâne tesellim kendim olmamayı başarabilme şansım iken? İsimleri sonsuza kadar sabitleyen bir dünyaya saplanmışım, harflerin çığırından çıkmasına izin vermeyen. Ama ne vakit kaşığımı alfabe çorbasına daldırsam ismimi ve onunla birlikte kaderimi yeniden düzenlemek üzere yeni harfler yakalamayı umuyorum.”

Elif Şafak, cinsel/etnik/dini, tüm çarpılmışlıklarıyla aklımızdan çıkmayacak bir günümüz Amerikası tablosu çizmiş. Kaçık, hüzünlü, bilge ve inanılmaz komik romanı insanın damağında acı-tatlı bir lezzet bırakıyor.
FERNANDA EBERSTADT, The Furies romanının yazarı

Büyüleyici kelime oyunları, bir pop kültür aşkı ve korkusuz bir zekâ. Araf, Elif Şafak’ı XXI. yüzyıl edebiyatının önünde şapka çıkarılacak kadar orijinal seslerinden.
 s. 123
"Ne hoş tesadüf," dedi Debra zoraki bir neşeyle, "çok sevindim. Ne kadar iyi bir aşçı olduğunu biliyorum." Değişik bir hali vardı, okuma grubundakinden çok daha kendine güvenli görünüyordu. "Senin için bir sakıncası yoksa çalışmaya hemen başlayalım, zaman geçiyor ve hiçbir şey hazır değil."
Alegre'yi soktuğu çivit mavisi mutfak duvardan duvara paketler, kutular, konserve kutuları ve kavanozlarla doluydu, gıda, gıda, gıda. Misafirlerin yediden sonra gelecekleri ve büyük olasılıkla sekiz buçuk civarında kurt gibi acıkacakları söylendi. Toplam yirmi iki kişi bekleniyordu. "Biz de iki kişiyiz. Doyuracak yirmi dört boğaz eder. Ne dersin? Başarabilir miyiz?"
Ama çok geçmeden ortaya çıkacağı üzre "biz" diye bir şey yoktu. Sadece Alegre vardı. Kendi aşçılık tarihinde bu kadar kısa sürede, bu kadar çok insan için bu kadar çok yemek pişirdiği olmamıştı hiç. Yine de yiyecek konusunda kendisine böyle muhtaç olunması sinirlerini yatıştırmış olacaktı çünkü kendini bu işin altından kalkmaya tamamen muktedir hissediyordu. O malzemeleri incelerken Debra Ellen Thompson da onu inceleyecek vakit buldu. Alegre'nin değişik bir hali vardı şimdi, okuma grubunda olduğundan daha az ürkekti." (Araf alıntı)

RESSAM ( KİMİ ZAMAN DA SORMAMAK LAZIM )

Hindistan 'da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş.

Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.

Raciçi denileni yapmış. Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabiî. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş.
Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte. Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış,
fırçalar da, boyalar da kullanılmamış.

Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış. Ranga Guru ise; “Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiçkimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi. Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma” demiş

22 Eylül 2011 Perşembe

LAHMACUN İSTEYEN VAR MI ???

İçini kendi hazırladığım lahmacunum bugünkü yemeğim. Oldukça kolay ve iç rahatlığıyla yenebilir olması en güzel özelliği :)
Fotoğrafta da gördüğünüz gibi 3 domates, 4 biber, 1 büyük soğan, maydanoz,3 diş sarımsağı doğradım. İsot, tuz, biber salçası ve biraz yağ ekledim. Hepsi bu.
Tüm malzemeleri bir güzel karıştırdım daha doğrusu yoğurdum ;)
Ortaya böyle bir tablo çıktı.(Post-modern bir tabloyu andırıyor sanki)
Sonra da -fırına- pişmek üzere yola çıktı, ve....
AFİYET OLSUN :)

21 Eylül 2011 Çarşamba

HERSE

Aslında adını bilmiyordum bu yemeğin. Geçen gün Tavas'a gittiğimizde bir tanıdığı da ziyaret ettik. Bahçede çalışıyorlarmış. Hemen ateş yakıp patlıcanları közün içine attılar. Tava,yağ,tuzdan oluşan küçük bir mutfak yapmış kendine:) Onlar hep orada.Tavaya biraz zeytin yağı koydu biberleri de doğrayıp yağın içine attı. Üstüne de doğradığı domatesleri. Sonra közlediği patlıcanaları soyup, doğradı. Doğradığı patlıcanları yağdaki domates ve biber karışımına ekledi.Biraz çevirdikten sonra,ocaktan aldı. Yine kendi yaptığı dürümün içine sarıp bir güzel yedik. O kadar hafif ve lezzetliydi ki..

Ve bugün ben de yaptım..
Ben sarımsak da koydum içine.
Evet, artık sofrada. Afiyet olsun.

20 Eylül 2011 Salı

SİNBO ELEKTİRİKLİ DÜDÜKLÜ TENCEREM HARİKALAR YARATIYOR

 Düdüklü tencere alamaya karar verdiğimde etraflıca bir araştırmaya giriştik ailece. Hiç elektirikli düdüklü tencere almayı düşünmemiştim. Hata yapmışım :)
Geçen hafta aldığım düdüklü tenceremle neler yapmadım ki: Pastırmalı kuru fasülye, yeşil mercimek, tavuk sote,taze fasülye ve pilavvvv... Hepsi de birbirinden güzel oldu. Şimdi size simbonun kendi yemek tarifi kitabından bir yemek:
Etli fiehriye Pilavı(Ankara Tava)

 
Malzemesi
3 ölçek arpa şehriye
200 gr dana eti (küçük
doğranmış)
et programında daha önceden pişirilmiş
2 adet sivri biber
1 adet domates
1 adet kuru soğan
1 çorba k. salça
2 çorba k. tereyağı
3 çay k. tuz
3 ölçek su
HAZIRLANIŞI
• Sivri biberlerin çekirdeklerini çıkıp ikiye kestikten
sonra ince kıyın
• Domatesin kabuğunu soyup küp fleklinde doğrayın.
• Kuru soğanı doğrayın
• Makinenizin iç haznesine malzemeleri koyun
• Salça, tereyağı ve tuzu ekleyin. Son olarak suyu ilave
edip iç hazneyi makinenize yerleştirin.
• Kapağı saat yönünün tersine çevirerek kapatın
• Basınç boşalltım valfını doğru konuma getirin.
• Pilav butonuna basın. (Gösterge otomatik olarak
Pilavın pişirme süresini 12 dakikaya ayarlayacaktır.)






19 Eylül 2011 Pazartesi

KUŞADASI'NA DAİR BİRKAÇ SATIR

Kuşadası'na gittiğimizde gelenek haline getirdiğimiz balık ekmek yeme, acılı şalgam suyuyla birleşerek tadından yenmez bir hal almaya başlamıştı.
Yaz tatilinin araya girmesiyle kısa süreli ayrılık yaşayan dostlar, okulların açılmasıyla birlikte balık ekmek sezonuna yine aynı kadroyra merhaba diyecekler...
Üzerine içilen bir bardak çayınsa bedeli yok sanıyorum.
Balık ekmek için sırada bekleyen yalnız biz değildik :)

18 Eylül 2011 Pazar

REÇELLER...

Yaz kaçıyor... Şeftali ve eriği de kaçırmadan reçellerimzi yapalım.
Şeftali Reçeli:
2 kg şeftali
1,5 kg şeker ( Ben şekeri az kullanıyorum,tatlıyı çok sevmeyenler de bu şekilde yapabilirler)
Limon tuzu bir kaç küçük parça
Ve bir çay kaşığı tereyağı (Annem hiç koymaz ben ilk olarak böyle denedim hiç bir terslik olmadı)
YAPIMI:
Önce şeftatlileri soyacak gönüllü birini arıyorum (Ben tüylerinden dolayı bir süredir şefatliye dokunamaz oldum)

Şeftatliler soyulduktan sonra (biz kayrak kayrak deriz) dilimliyorum. Şekerimizi de üstüne gezdirdikten sonra 1 saat kadar bekletiyorum. Sulanıyor biraz. Sonra kısık ataşe bırakıyorum. Sonlara doğru limon tuzu ve tereyağını da ekliyorum. 5  dk. daha kayandıktan sonra altını kapatıyorum. Kuru olmasına dikkat ettiğim bir cam kavanozun içine sıcakken reçelimi döküyorum. Bana göre en zor kısım bu çünkü hem elim yanmasın diye hem de etrafa sıçramasın diye uğraşıyorum. Zor oluyor tabi :) Sonra yine kuru bir bezle sildiğim kapaklarla kavanozlarımı güzelce kapatıp bir bez üzerine ters olarak koyuyorum. Soğuktan sonra dısını ıslak bir bezle silebilirsiniz çünkü muhakkak reçel kavanoza bulşıyor.  Bu  arada bunlar benim ilk deneme reçellerim :)

BALKONUMUN ACI AMA EN TATLI SÜSLERİ...




Üç yıldan bu yana hiç sektirmeksizin çeşitli çeşit biberler ekiyorum... Tohumdan yetiştirme... Bana yetiyor, en azından gülümsetmeye...

MERHABA

Güzel Ege'den herkese güzel bir merhabayla açılışımı yapıyorum...